Esra Canpolat “Arkamda bıraktığım onca harabe, kayıp ve anılar… Her şeyi geride bırakıp, neredeyse beni var eden, beni ben yapan her şeyden vazgeçip şimdi bu yeni dünyaya nasıl alışacağım? Nasıl olur da geçmişimle bağlarımı koparıp yeni dünyalara köprüler kurarım?” Sosyal bir varlık olarak bizler, hemen her zaman ve çoğu koşul altında insanlarla, nesnelerle, ve hatta yaşadığımız şehirlerle güçlü bağlar kurma eğilimde oluruz. Anne karnında başlayan bağlanma serüveni, doğumdan sonraki dönemde de çevresel koşullardan etkilenerek devam eder ve aslında süreç sonunda bireyler hangi bağlanma stili ile şekilledi ise bu stil kişilerin ilişkilerini, karar alma mekanizmalarını, tutum ve davranış örüntülerini hayatları boyunca etkiler. Genel olarak çocukluk ve yetişkinlik dönemine ait çoğu sürecin bağlanma stilleri ile ilişkisi ayrıntılı olarak incelenmiştir ancak sosyal bir olgu olan göçün bağlanma ile ilişkisi üzerine çok az şey yazılmıştır (Van Ecke, 2005). Özellikle kendi ülkelerinden tek başlarına veya aileleriyle birlikte ayrılmak zorunda kalan çocukların bağlanma kuramı çerçevesinde değerlendirilmesi ve hem psikososyal destek programlarında hem de göçmenlere yönelik uygulanacak çeşitli politikalarda bu konunun öneminin vurgulanması bir gerekliliktir. Dergideki bu son yazımda bir süredir üzerinde çalıştığım ve uzun süre çalışmayı planladığım konu olan “Göç” ile psikoloji alanında en çok araştırılan kuramlardan olan “Bağlanma”nın ilişkisinden bahsedeceğim. John Bowlby ve Mary Ainsworth’in katkılarıyla geliştirilen Bağlanma teorisi’ne göre kişilerin belirli çevrelere ve kişilere yakın olma arzusu vardır ve bu evrimsel bir güdüdür (Van Ecke, 2005). Bir bebek öncelikle ve temel olarak ona bakım veren kişi ile bağ kurar ve bakım veren kişi ile arasında oluşan ilişki modelleri ileride özellikle başkalarıyla kurduğu yakın ilişkileri de etkileme eğilimde olur. Teoriye göre dört temel bağlanma şekli vardır: Güvenli, saplantılı, kayıtsız ve korkulu bağlanma (Çalışır, 2009). Kabaca, güvenli bağlanma çocuğun bakıcısı ile kurduğu güvenli ilişki neticesinde “olumlu bir benlik algısı” ve “olumlu başkaları” oluşturduğu ve ileriki yaşantısında kişilerarası ilişkilerinin samimi, doğal ve tutarlı olduğu modeli; saplantılı bağlanma çocuğun bakıcısı ile güvenli bir ilişki kuramaması neticesinde “olumsuz bir benlik algısı” ve “olumlu başkaları” oluşturduğu ve ileriki yaşantısında kişilerarası ilişkilerinde reddedilme veya terk edilme korkusunun sıklıkla görüldüğü modeli; kayıtsız bağlanma, çocuğun bakıcısı ile güvenli bir ilişki kuramaması neticesinde “olumlu bir benlik algısı” ve “olumsuz başkaları” oluşturduğu ve ileriki yaşantısında kişilerarası ilişkilerinde yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmanın ve aşırı özgürlük hissinin sıklıkla görüldüğü modeli; korkulu bağlanmada ise çocuğun bakıcısı ile güvenli bir ilişki kuramaması neticesinde “olumsuz bir benlik algısı” ve “olumsuz başkaları” oluşturduğu ve güvenli bağlanmanın aksine ileriki yaşantısında kişilerarası ilişkilerinde samimiyetsiz, huzursuz ve tutarsız bir yapının olduğu modeli ifade eder (Çalışır, 2009). Peki, bağlanma teorisi göç ve göçmenleri nasıl değerlendirir? Mesela çocuklukta güvenli bağlanmış bireyler ile güvensiz bağlanmış bireylerin kültürlenme stresi ile baş etme şekilleri ve adaptasyon hızları birbirlerinden farklı olur mu? Veyahut birbirilerinden farklı bağlanma modellerini seçmiş bu insanların yeni ülkede seçecekleri kültürel etkileşim modelleri çeşitlilik gösterir mi? Bağlanma ve göç ilişkisinde bunlara benzer, kimisi hakkında kolayca tahmin yürütebileceğiniz kimisinin cevabını günlerce düşüneceğiniz birçok soru üretilebilirsiniz. Şimdilik aklımızdaki soru kümelerini bir kenara bırakıp genel bir çerçeve çizelim ve konu daha anlaşılır bir hal alsın. Göç sürecindeki bireyler temelde dört ana aşamadan geçerler: göç öncesi dönem (premigration), geçiş dönemi (transit), yeni ülkeye yerleşme dönemi (resettlement) ve uzun vadede alışma ve uyum dönemi (long term adjustment and adaptation) (Van Ecke, 2005). Bağlanma kuramı, göç sürecindeki bu dört aşamanın her birinde önemli bir role sahiptir. Kişiler göç öncesi dönemde, ana yurtlarından ayrılmak için işsizlik, yoksulluk, baskı, savaş, daha iyi bir hayata sahip olma gibi bazı ayrılma motivasyonlarına sahiptir ve kalmak-ayrılmak arasında bir seçim yapmak zorundadır. Frieze ve arkadaşları (2004) tarafından yapılan bir çalışmaya göre, ülkelerinden ayrılmaya karar veren bireyler, ülkelerinde kalmayı tercih eden bireylerle karşılaştırıldığında yüksek başarı, güç motivasyonuna sahip, çalışma odaklı ve aile merkezciliğine daha az odaklı kişiler olarak bulunmuştur. Bu karakter özelliklerine sahip bireyler Yetişkin Bağlanma Stilleri çerçevesinde değerlendirildiğinde ise güvensiz bir bağlanma geçmişlerinin olması ve özellikle kayıtsız bağlanma trendine sahip olmaları ihtimalinin yüksekliği üzerine durulmaktadır (Van Ecke, 2005). Geçiş dönemi göç eden bireylerin ülkelerinden ayrıldıkları ve yeni ülkeye yerleştiklerini dönem arasındaki süreci ifade eder ve bu dönemde özellikle çocuklar ailelerinden uzun süre ayrı kalmak zorunda kalabilir. Mülteci çocuklar tarafından deneyimlenen aileden uzun süreli ayrı kalma durumu ise güvenli bağlanmayı desteklemeyen bir yapıdır (Van Ecke, 2005). Hem mülteci çocuklar hem de mülteci yetişkinler için en zorlayıcı dönemlerden olan ve mültecilerin ayrımcılık, sosyal destek kaybı, kültürlenme stresi gibi birçok sosyal zorlukla karşılaştığı yeni ülkeye yerleşme döneminde kişiler, tüm bu zorluk ve stres faktörleri ile başa çıkarken kendi sahip oldukları bağlanma stillerine göre hareket eder. Güvenli bağlanmaya sahip bireyler işlerin yolunda gideceği ve onlara gereken desteğin sağlanacağı inancına sahipken, güvensiz bağlanmalarda desteğin asla gelmeyeceğini veya gelse bile yeterince güvenilebilir bir kaynak olmayacağı gibi inançlara sahiptirler (Van Ecke, 2005). Göç ve Bağlanma Kuramı arasındaki ilişki çok güçlü olmasına rağmen, ilişkiyi açıklayan makalelerin azlığı bu alandaki en büyük eksikliklerdendir. Bu alanda yapılan çalışmaların artırılması aslında yeni bir ülkeye adapte olma sürecinde olan mülteci bireylerinde zorlu süreçlerden geçtiğinin ve yeni ülkeye gelirken kendileriyle birlikte geçmişte kazandıkları bir takım yapılarıda beraberlerinde getirdiklerinin anlaşılması açısından ayrıca büyük bir önem taşıyacaktır. “Yazı, Psinossa dergisinde yayınlanmıştır.” Referanslar Çalışır, M. (2009). Yetişkin bağlanma kuramı ve duygulanım düzenleme stratejilerinin depresyonla ilişkisi. Psikiyatride güncel yaklaşımlar, 1(3), 240-255. Frieze, I. H., Boneva, B. S., Sarlija, N., Horvat, J., Ferligoj, A., Kogovsek, T. et al. (2004). Psychological differences in stayers and leavers: Emigration desires in Central and Eastern European university students. European Psychologist, 9(1), 15-23. Van Ecke, Y. (2005). Immigration from an attachment perspective. Social Behavior and Personality: an international journal, 33(5), 467-476.